dublinde..
dublin'de başlayan, izmir'de süren çocuklu, bebekli, kedili vejetaryen anne günlüğü
15 Mart 2017 Çarşamba
meksika fasulyeli kinoa pilavı
pinterest sağolsun yaptığım yemeklerden sıkıldıkça yeni tarifler bulup deneyebiliyorum. bunu da ordan buldum. kinoayı hep nohutla yapıyordum, fasulyeyle de çok güzel oldu.
ölçülerin önemi yok. sevilen malzeme istenen ölçüde arttırılabilir.yalnızca kinoa ve su ölçüsüne dikkat etmek gerek.
malzemeler
1 büyük soğan, doğranmış
1 kutu meksika fasulyesi, süzülmüş ve sudan geçirilmiş
1 kutu mısır
1 kase çeri domates/şeker domates, boyutuna göre ikiye ya da dörde bölünmüş
1 bardak kinoa
1.5 bardak su
1 avokado
tuz, kimyon, toz acı biber
limon
zeytinyağı
yapılışı
soğanı zeytinyağında kavur. soğanlar kavrulunca avokado ve limon hariç tüm malzemeyi tencereye boşalt. tuz ve baharat ilave et. çocuklar da yediği için ben acı biber koyamıyorum. ama orijinal tarifte var. kısık ateşte tencerenin kapağı kapalı olarak suyunu çekene ve kinoalar yumuşayana kadar pişir. 20-25 dakikada pişiyor.
yemeğin tamamı hemen tüketilecekse avokadoyu küçük küçük doğrayıp tüm yemeğe karıştırabilirsiniz. ertesi güne kalacaksa yiyeceğiniz miktara avokado karıştırın çünkü avokadolar bekleyince kararıyor.
üzerine limon sıkarak yiyebilirsiniz. afiyet olsun :)
3 Haziran 2016 Cuma
milo 11 aylık, türkiye'ye dönüşümüz 5 aylık :)
günlerdir hatta haftalardır fırsat buldukça parça parça yazmaya çalıştığım blog postu blogger'ın yamuk yapması sonucu güme gitti. taslaklarda yayınlanmayı beklerken birden yok oldu. aklımda kaldığı kadarıyla son 3 ayı özetlemeye çalışacağım.
dublin'deki yalnız ve iki küçük çocuğa yetişmeye çalışan perişan halimden sonra annemin evine sığınınca her şey kolay olur, hem yazmaya hem de gezmeye çokça fırsat bulurum sanıyordum ama değişen pek bir şey olmadı; henüz hayal ettiğim huzura ve rahatlığa eremedim. ekmek elden su gölden, ne ev temizliği ne yemek yapma derdi olmadan rahat rahat yaşıyoruz -hatta bu rahat o kadar iyi geldi ki burak'la "acaba çocuklar kreşe/okula gidene kadar annemlerde mi kalsak?" diye hain planlar yapıyoruz- ama yine de yetmiyor. yetişemiyorum.
20 Mart 2016 Pazar
uyku, seni çok özledim
sabahın 5'inde uyanıp mama isteyen; muz, yoğurt, çorba, tost ve fıstıklı ekmek önerilerini reddedip pilav diye tutturan; pilav ısıtıp önüne koyunca da kek diye ağlayan güneş.
sonuç: sabahın köründe (o kadar uğraştım ziyan olmasın diye) bulgur pilavı yiyerek ilk kez telefondan blog post'u yazan bir garip anne ayşen.
2 yaş sendromu, seni yenicem uleyn!
19 Şubat 2016 Cuma
güneş 2 yaşında, milo 8 aylık
güneş dublin'deyken sadece anne, baba, meme ve mama diyordu. her söyleneni anlıyordu fakat söyledikleri kısıtlıydı. anneanneyle başladı, çay, çorba, makarne, çukaka(çukaka istedikçe tahin helvası veriyoruz), park, aakkabı gibi işine en çok yarayan kelimelerle devam etti. soğuk, sıcak, bıcı bıcı, uyku, karşim(kardeşim), kek, ciiz(ceviz), pokatal gibi kelimeleri de söylüyor. otururken, yatarken, giyinirken (nedense)kendi kendine otur, yat, giy gibi komutlar da veriyor. telefonlarımızla oyn oynamak istiyor. peppa pig sevgisi devam ediyor. youtube'tan saatlerce peppa pig izliyoruz. chrome cast'i icat edenden allah razı olsun ama internetimiz kızımın çizgi filmlerine emanet. keşke bir kanal peppa pig'i yayınlamaya başlasa.
çok uğraştık, onlarca fotoğraf çekildik ama çocuklarla fotoğraf çekilmek kolay değil. herkesin kameraya baktığı bir anı yakalayamadık.
2 yaş sendromunun tüm belirtileri güneş'te mevcut. her gün sendroma, inatlaşmaya ve ağlama krizlerine doyuyoruz. doğum gününü kutladığımız gün de öyle bir zamana denk geldiği için elbisesini bile zor giydirdim. saçlar taranamadı. çorap ve ayakkabı giydiremedim.
en çok kullandığı kelime "yok!". uyku yok, oturmak yok, giy(inmek) yok, mama yok. iki yaşın en popüler kelimesi olan hayır yerine yok kelimesini kullanıyor. oyuncakları arkasına saklayıp kardeşine top yok, bebek yok, araba yok diyor. istediği bir şeye uzanamayınca, bir düğmeyi açamayınca/kapayamayınca, çorabını düzgün giyemeyince ağlaması için yeterli sebep oluşmuş oluyor. sonrası çığlık kıyamet. umarım bu süreç 2 yaşı bitinceye kadar sürmez.
hayatında ilk kez mum üfleyen güneş :)
mum üfleme işini çok sevince 10 kez kadar tekrar yakıp üfledik.
şimdiye kadar pek yememişti, artık kek kurabiye yiyor. sadece kendi yaptıklarımı veriyorum, dışardan çukaka dışında abur cubur almıyoruz. ailemizin tatlıcıbaşı olduğumdan beni mutfakta tezgahın başında görünce kek diye sayıklamaya başlıyor. şekerli yiyeceklere düşkün olmasını istemiyorum fakat kek isteyen güneş'e karşı koymak çok zor :)
izmir'de hava dublin'e göre yaz gibi olduğundan dedesi ya da anneannesiyle her gün parka gidiyor. bazen hep birlikte gidiyoruz, teyzeler bu havada parka mı gidilir, çocuğu üşüteceksin, bari bi atkıyla ağzını burnunu kapatsaydın diye nasihat veriyorlar. başlarda sinir oluyordum, artık alıştım.
güneş'in biricik "abi"si yakışıklı yeğenim eray. abi abi diye her gün soruyor, etrafında pır dönüyor. "abi"si güneş'i oynatıp oyalıyor biz de rahat rahat kahve içme fırsatı buluyoruz. çoluk çocuk bir aradayken bazı şeyler daha kolay oluyor. birbirlerine özenip daha iştahla yemek yiyorlar.
böyle güzel şeyler bulamam sanıyordum ama yeterince arayınca bulunuyormuş. cupcake kapları, süsleri, kek standları ve bannerları kullanatmarket.com isimli bir siteden aldım. fiyatları pahalı buldum ama zaten memlekette ucuz bir şey kaldı mı ki?
oğlumun gelişmelerini de araya sıkıştırayım çünkü ayrı bir yazı yazmaya kalkarsam bu ayı da güme gidebilir.güleryüzlü oğlum mamalara hızlı bir giriş yaptı. 7. ayının başlarında tattırdığım püreleri yutmayıp yüzünü buruşturarak dışarı çıkarıyordu. ben de henüz hazır değil diye denemeye ara vermiştim. 8. ayında kase kase meyve sebze püresi yemeye başladı. 2 kaşık arasında birkaç saniyeden fazla aralık oluşursa ağlamaya başlıyor.
7. ayında sürüne sürüne istediği yere gitmeye başlamıştı. son günlerde dizlerinin üzerinde emeklemeye başladı. oyuncaklarla oynuyor, kabuklu cevizleri birbirine çarparak tık tık sesini dinliyor. gel diye çağırınca heyecanla emekleyerek yanıma geliyor. hala iki dişi var. kendi kendine oturabiliyor. bir süre emekledikten sonra oturma pozisyonuna geçebiliyor. ayağa kalkmaya başlamadı ama koltuklara tutunarak bir süre ayakta durabiliyor. bezini değiştirirken kaçıyor. bu ayların tipik olayı galiba, güneş de kaçıyordu. bay bay yaptırmaya çalışıyoruz, canı isterse yapıyor. kızlar bu gibi şeylerde daha becerikli oluyor sanırım ya da oğlum tembel mi ne :) ablası ne yapsa gülüyor. güneş kardeşinin uyandığını duyunca karşim karşim diye bağırarak yanına gidip sarılıyor, öpüyor, gıdıklıyor. kendisi de küçücük olduğu halde sevgisini bu kadar güzel gösterebilmesi çok güzel. iki küçük çocuk çok zor ama izlemesi çok zevkli.
hem güneş'in hem milo'nun uykuları düzensiz. 8'de, 9'da uyumalar çoktan tarihe karıştı. ben de uğraşmaktan yoruldum. kendi evimize çıkıp düzenimiz oturunca tekrar uyku düzeni kurmayı hayal ediyorum. bazen 11'de bazen 2'de uyuyorlar. bazı geceler hiç uyanmıyor, bazı geceler 3'er 5'er kez uyanıyorlar. ikisini de kendi haline bıraktım, rahat anne oldum :) uykusuzluktan bayılacak hale geldiklerinde emzirip yatırıyorum. ikisi de emmeye devam ediyor. güneş'le iki yaşı tamamladığımız için çok mutluyum. bu zamana kadar 1 yudum bile hazır mama vermediğim için kendimle gurur duyuyorum. meme bıraktırma gibi bir planım yok. şimdilik bıkıncaya kadar devam etmeyi düşünüyorum. oğlum da en az 2 yaşına kadar emer umarım.
güneş 2 yaşındayken 13,2kg 90cm
milo 8 aylıkken 9200gram, 72cm
25 Aralık 2015 Cuma
dışarıda vejetaryen yemek
yazmayı planladığım bir sürü şey var ama memleket yiyecekleri özlemi ağır bastığından bu fotoğrafı da taslaklarda bekletmeye gönlüm razı olmadı. birkaç gündür ev arıyoruz. ev görme aralarımız ev gezme süresinden daha uzun sürüyor. tabi bunda çocukları anneme bırakmamızın büyük etkisi var. 1-2 ev görüp şurda bi çay içerken konuşalım diye oturuyoruz sonra gelsin pideler gitsin fıstıklı burmalar.
vejetaryen olarak dışarda yiyebileceklerimiz kısıtlı. bu nedenle amme hizmeti olarak bulabildiğim vejetaryen yiyecekleri paylaşmaya karar verdim.
bornova meydanda etrafa bakınırken foto semih'in sırasında nazilli çorba ve pide salonunu gördük. orası zaten köy meydanı gibi bir alan. ufak tefek bir küçük dükkan. böyle -kurumsal olmayan-yerleri seviyoruz. mercimek çorbası falan içerim, en kötü ihtimal burak yer ben beklerim diye düşündüm ama neyse ki otlu pideleri varmış. ben değişik bi ot farkedemedim sadece ıspanak vardı. öyle çok muhteşem birşey değildi ama fazla bir beklentim yok zaten açlığımı gidersin yeter. yıllardır vejetaryen olup dışarda yiyebileceği tek şey kaşarlı tost olunca, insan beklentisini düşük tutmayı öğreniyor.
geçenlerde konuşuyorduk. eskiden lokantalarda, pidecilerde falan masada bir su bardağı içinde el kadar kesilmiş, bir yüzeyi yağlı pişirme kağıdı gibi kaygan diğeri saman kağıt gibi hafifçe pürüzlü pembe kağıtlar oluyordu peçete niyetine. insanlar elini ağzını bu kağıtlara siliyordu. bence işe yaradığı yoktu. şimdiyi düşününce ne yokluk çekmişiz be dedim. kağıt peçete bile lüksmüş. pidecide işte o pembe kağıtlardan gördük. masada peçete de vardı ama garson çatal bıçağımızı bu pembe kağıtların üzerine bıraktı. artık nostalji olsun diye mi yoksa alışkanlıktan mı hala bu kağıtlardan kullanıyorlar bilmiyorum ama görmek hoşuma gitti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)